Edward W. Said Rum Ortodoks Filistinli bir
baba ile Lübnanlı Rum Ortodoks bir annenin çocuğu olarak 1935’de o zamanlar İngiliz mandası altındaki Kudüs’te dünyaya geldi. 12 yaşına kadar Filistin ve Mısır’da yaşadı, sonrasında ise ABD’ye taşındı. Princeton’da lisans ve lisansüstü eğitimini tamamladıktan sonra Harvard’da İngiliz Edebiyatı üzerine doktora yaptı. 1963’te Columbia Üniversitesi’ndeki Karşılaştırmalı Edebiyat fakültesine öğretim üyesi olarak kabul edildi
ve 2003’teki ölümüne kadar orada kaldı. Yale ve John Hopkins üniversitelerinde de ziyaretçi araştırmacı olarak birkaç dönem görev aldı.
Edward W. Said 1978’de yayımlanan, postkolonyalizm teorisin in baş kitabı sayılan Şarkiyatçılık : Batı’nın Şark Anlayışları (Orientalism) kitabı ile sağlam kültür eleştirmenleri arasındaki yerini aldı ve bu çalışması sosyal bilimlerin birçok alanını önemli ölçüde etkilemek (Postkolonyalizm,
Tarih yazımı, Ortadoğu araştırmaları başlıcaları) ile kalmayıp Şarkiyatçı (Orientalist) sözcüğünün günlük dildeki anlamını ve kullanımını bile değiştirdi.
Peki ne demektir Şarkiyatçılık? Şarkiyatçılık geleneksel olarak, Batı Avrupa’da ‘’Doğu’’ (en geniş ve erken kullanımında Fas’tan Japonya’ya kadar) dillerinin, coğrafyasının, kültürlerinin ve Doğu’ya dair akla gelebilecek
diğer her şeyin çalışıldığı ve incelendiği akademik alana verilen isimdir. Şarkiyatçı (Orientalist) ise bu alanda uzmanlaşmış kişilere denir. Edward Said’in de belirttiği gibi diğer bütün akademik alanlardan farklı olarak, ilginç bir şekilde, bu alanda zaman
sınırlaması yoktur ve incelenen bölge çok geniş, karışık ve homojen olmaktan çok uzaktır. Aynı zamanda birçok diğer alanı da bir anlamda kapsar. Örneğin, Çin tarihi çalışan birisi de, bir Sami
dilleri uzmanı da, bir İslam tarihi uzmanı da, bir Hint dinleri uzmanı da Şarkiyatçıdır.
Alanın adın da anlaşıldığı üzere bu tasavvur, dünyanın kesin çizgilerle birbirinden ayrılmış uygarlıklardan oluştuğu dünya görüşünün bir tezahürüdür. Bir ‘Batı’ vardır, bir de ‘Doğu’. Edward Said ise bu çalışmasında, Şark’ın kurulmuş bir şey olduğunu belirtir, coğrafi uzamların, bu uzamlara özgü din, kültür ya da ırksal özlere dayanılarak tanımlanabilecek yerli ve kökten ‘farklı’ sakinleri olduğu düşüncesinin tartışma götürür bir düşünce olduğunu iddia eder, tabii ‘Bizi en iyi biz biliriz’ şeklindeki sınırlayıcı düşünceye katılmadığını da belirtir hemen ardından.
Antik Yunan’da Sophokles’in Persleri temsil şekillerinden başlayarak tarih boyunca Şark’ın ve Şarklıların temsil biçimlerinin izini süren Edward Said özetle bize şunları söylemektedir:
Şarkiyatçılık alanı dünyanın bir bölgesini kendisine tümden yabancı saymış, sonra ona dair değişmez yargılar kurmuş, bu yargılar nesilden nesile Şarkiyatçı literatürde aktarıla gelmiş ve bu alan incelediği insanların deneyimiyle özdeşleşmek bir yana, bunu insan deneyimi olarak görmemiş ve bu insan ve
toplulukları gayri insani araştırma numuneleri gibi,
indirgemeci bir biçimde ele almıştır. Çok geniş coğrafi alanlar, sayısız dini grup, birbirinden
farklı onlarca topluluk ölü kategorilere indirgenmiş ve homojen olarak görülüp incelenmiştir. Asıl amacı insan deneyimlerini anlamak ve özdeşleşmek olması gereken bu iş, çoğu zaman ana kaynak
olarak eski metinler kullanılarak yapılmıştır. Bir Mısırlı’yı anlamak için onunla etkileşime geçmek yerine öncelikle Kuran mı okunmalıdır? Farklı tarihlere, tutumlara ve geleneklere sahip olan
insanlar ve topluluklar ‘Şarklı’, ‘Müslüman’ gibi kategorilere indirgenmiştir. Öte yandan, bu alan sömürgeciliği meşrulaştırmak (White Man’s Burden, La mission civilisatrice vb. Avrupalının üstün ve uygar olduğu ve sömürgeciliğin sömürgeleştirilene fayda sağladığı, Avrupalıların diğer halkları uygarlaştırmak ile mükellef oldukları düşüncesi) ve sömürgelerin idaresini
kolaylaştırmak için kullanılmıştır ve belli başlı önemli Şarkiyatçıların ilişkili olduğu İmparatorlukları, kurumları göz önünde bulundurmadan bu
literatür anlaşılamaz. Batı Avrupalı ile ‘Şarklı’nın karşılaşmalarında çoğu kez Batı Avrupalı üstün, yönetici konumunda olmuştur, bu da tabii ki Şark’ın temsil biçimlerinde en büyük etken olmuş, Batı Avrupalılar Şarkları incelemiş, çalışmış, temsil etmiş, onlar adına konuşmuştur.
Bu çalışma bizi Antik Yunan’daki Pers imgelerinden, Ortaçağ Avrupası’ndaki Arap/İslam temsillerine, Napolyon’un Mısır işgalinden 1970lerin Amerikan popüler kültüründeki Arap imajına Şarkiyatçı zihniyet ve literatürde bir yolculuğa çıkarırken, Said aslında daha genel birtakım tutumları eleştirmektedir. Savunduğu şey, dünyanın kesin çizgilerle ayrılmış uygarlıklardan oluşmadığı, her bölgenin birbiriyle etkileşimi olduğu, sınırlayıcı kesin kavramların anlamlarının muğlak olduğu ( Doğu , Batı , İslam , Arap vs. ) ve bu tutumların yıkıcı sonuçlara yol açtığıdır. Bu önyargılı tutumlar insanları birbirine düşmanlaştırmaktadır ve insanların kafalarında gerçekten uzak bir dünya ve tarih tahayyülü oluştururlar. 1995 baskısına önsözünde Edward Said, kitabın dünyanın farklı yerlerinde nasıl karşılandığından bahseder. Birtakım Amerikalı profesörler, başta Bernard Lewis olmak üzere, kitabı ‘Batı karşıtı’ olarak nitelerken, Arap dünyasında ise bu kitap Arapların savunması olarak algılanmıştır. İşte 1995 önsözünden bir bölüm :
‘’ Yazarı da savları da açıkça özülük karşıtı, Şark ile Garp gibi tüm kategorik adlandırmalar karşısında kuşkucu, Şark ile İslam’ı ‘’savunmamaya’’, hatta ‘’tartışmamaya büyük özen gösteren bir kitaba ilişkin bu yorumlar karşısında ne diyeceğini bilemiyor insan. Şarkiyatçılık Arap dünyasında, İslam ile Araplara ilişkin sistematik bir savunma olarak okundu, hakkında yazılanlar bu minvalde oldu; oysa kitapta asıl Şark ya da İslam’ın gerçekte ne olduğunu göstermekle ilgilenmediğimi, böyle bir şeye gücümün yetmeyeceğini açık açık söylüyorum. ‘’
Birkaç giriş videosu:
No comments:
Post a Comment