Einstein'in "bilimsel yasalar" ve "ahlaki normlar" hakkındaki kısa ve önemli yazısını Türkçe'ye çevirdik. Hizmetinize sunuyoruz.
Readings in the philosophy of science
by Feigl, Herbert, ed; Brodbeck, May, joint ed
by Feigl, Herbert, ed; Brodbeck, May, joint ed
Publication date 1953
de yayınlanan ‘The Laws of Science and the Laws of Ethics’ yazısı.
Çevirenler MEHMET GÖKSU KAYAALP, YST.
Çevirenler MEHMET GÖKSU KAYAALP, YST.
BİLİM KANUNLARI VE ETİK KANUNLARI
Bilim, onu bulmaya çalışan kişiden bağımsız olarak var olan ilişkileri bulmaya çalışır. Bu hem insanın kendinin bilimin konusu olduğu durumlarda geçerlidir, hem de bilimsel ifadelerin insan tarafından yaratılan kavramlar olduğu matematikte. Böyle kavramlar dış dünyadaki herhangi bir cisme tekabül etmek zorunda değillerdir. Fakat, tüm bilimsel ifadeler ve kanunların ortak bir noktası vardır; ya doğrudurlar ya da yanlıştırlar (kifayetli ya da kifayetsiz). Diğer bir deyişle, onlara ya ‘evet’ ya da ‘hayır’ diyebiliriz.
Bilimsel düşünmenin bir özelliği daha vardır. Mantıklı ve kendi içinde tutarlı sistemlerini üzerine kurduğu kavramlar duygu ifade etmezler. Bilim insanı için, sadece ‘varlık’ vardır, dilek, değer biçmek, iyi, kötü ya da kısacası bir nihai amaç yoktur. Bilimin sahasında kaldığımız sürece ‘Yalan söylemeyeceksin.’ şeklinde bir cümleye rastlayamayız. Hakikati arayan bir bilim insanında bir sofununkine benzer bir sınırlama vardır; duygusal ve istençcil (voluntaristic) ne varsa ondan kaçınır. Bu vesileyle belirtilmeli ki bu özellik Batı düşüncesine has yavaş bir gelişimin sonucudur.
Bu denilenlerden yola çıkılarak mantık ile etiğin birbirinden ilgisiz konular olduğu düşünülebilir. Gerçekten de olguların ve ilişkilerin bilimsel ifadelerinden etik kuralları çıkartılamaz. Fakat, etik kuralları, mantıksal düşünme ve deneysel bilginin yardımı ile rasyonel ve tutarlı hale getirilebilir. Birkaç etik önermesi üzerinde uzlaşırsak ve bu varsayımları yeterince açık bir biçimde ifade edersek, bunlardan başka önermeler çıkarabiliriz. Bu tip önermeler, matematikte aksiyomların gördüğü işleve benzer bir işlev görür etikte.
İşte tam da bu yüzden ‘Neden yalan söylememeliyiz?’ gibi soruların anlamsız olmadığını düşünürüz. Bu tip sorular anlamlıdır çünkü bu tarz tartışmaların tümünde açıkça söylenmese de, [arka planda sorgulanman] doğru sanılan bazı etik önermeler vardır. Tartışma konusu olan etik önermenin izini sürüp dayandığı temel varsayımı bulunca memnun oluruz. Yalan söylememe örneğinde, iz sürme işi şu şekilde yapabilir; Yalan söylemek başkalarının söylediklerine olan güvenimizi yok eder. Bu tarz bir güvensizlik durumunda ise, toplumsal iş birliği güçleşir hatta imkânsız hale gelir. Ne var ki böyle bir iş birliği insan hayatını mümkün ve çekilebilir kılmak için olmazsa olmazdır. Nitekim, ‘Yalan söylemeyeceksin.’ ifadesinin dayandığı temeller ‘İnsan hayatı korunacaktır’ ve ‘Acı ve keder mümkün olduğu kadar azaltılacaktır’ diye ifade edilebilir.
Fakat bu tip etik aksiyomların kökenleri nedir? Keyfi midirler? Sadece otoriteye mi dayanırlar? İnsan deneyimlerinden mi kaynaklanırlar ve dolaylı bir şekilde bu deneyimlere mi bağlıdırlar?
Saf mantık açısından bütün aksiyomlar keyfidir, etik aksiyomları da dahil. Öte yandan, bu aksiyomlar, psikolojik ve genetik açıdan bakılacak olursa hiç de keyfi değillerdir. Bizim doğuştan gelen acıdan ve yok olmaktan kaçınma güdülerimizden ve karşımızdakinin davranışına olan duygusal tepki birikimimizden gelirler.
Bazı ilham almış bireylerin, İnsanların kendi kişisel duygusal tecrübelerinin büyük kitlesi içine gömülmüş olarak kabul edecekleri kadar kapsayıcı ve iyi temellendirilmiş etik aksiyomları öne sürmeleri ile ifade edilmiş [olan şey] insan’ın moral dehasının [ona verdiği] ayrıcalıktır. Etik aksiyomları, keşfediliş ve sınanış açısından bilimsel aksiyomlardan çok da farklı değillerdir. Hakikat, deneyimin sınavından geçebilendir.
Yazan: ALBERT EINSTEIN
Bilim, onu bulmaya çalışan kişiden bağımsız olarak var olan ilişkileri bulmaya çalışır. Bu hem insanın kendinin bilimin konusu olduğu durumlarda geçerlidir, hem de bilimsel ifadelerin insan tarafından yaratılan kavramlar olduğu matematikte. Böyle kavramlar dış dünyadaki herhangi bir cisme tekabül etmek zorunda değillerdir. Fakat, tüm bilimsel ifadeler ve kanunların ortak bir noktası vardır; ya doğrudurlar ya da yanlıştırlar (kifayetli ya da kifayetsiz). Diğer bir deyişle, onlara ya ‘evet’ ya da ‘hayır’ diyebiliriz.
Bilimsel düşünmenin bir özelliği daha vardır. Mantıklı ve kendi içinde tutarlı sistemlerini üzerine kurduğu kavramlar duygu ifade etmezler. Bilim insanı için, sadece ‘varlık’ vardır, dilek, değer biçmek, iyi, kötü ya da kısacası bir nihai amaç yoktur. Bilimin sahasında kaldığımız sürece ‘Yalan söylemeyeceksin.’ şeklinde bir cümleye rastlayamayız. Hakikati arayan bir bilim insanında bir sofununkine benzer bir sınırlama vardır; duygusal ve istençcil (voluntaristic) ne varsa ondan kaçınır. Bu vesileyle belirtilmeli ki bu özellik Batı düşüncesine has yavaş bir gelişimin sonucudur.
Bu denilenlerden yola çıkılarak mantık ile etiğin birbirinden ilgisiz konular olduğu düşünülebilir. Gerçekten de olguların ve ilişkilerin bilimsel ifadelerinden etik kuralları çıkartılamaz. Fakat, etik kuralları, mantıksal düşünme ve deneysel bilginin yardımı ile rasyonel ve tutarlı hale getirilebilir. Birkaç etik önermesi üzerinde uzlaşırsak ve bu varsayımları yeterince açık bir biçimde ifade edersek, bunlardan başka önermeler çıkarabiliriz. Bu tip önermeler, matematikte aksiyomların gördüğü işleve benzer bir işlev görür etikte.
İşte tam da bu yüzden ‘Neden yalan söylememeliyiz?’ gibi soruların anlamsız olmadığını düşünürüz. Bu tip sorular anlamlıdır çünkü bu tarz tartışmaların tümünde açıkça söylenmese de, [arka planda sorgulanman] doğru sanılan bazı etik önermeler vardır. Tartışma konusu olan etik önermenin izini sürüp dayandığı temel varsayımı bulunca memnun oluruz. Yalan söylememe örneğinde, iz sürme işi şu şekilde yapabilir; Yalan söylemek başkalarının söylediklerine olan güvenimizi yok eder. Bu tarz bir güvensizlik durumunda ise, toplumsal iş birliği güçleşir hatta imkânsız hale gelir. Ne var ki böyle bir iş birliği insan hayatını mümkün ve çekilebilir kılmak için olmazsa olmazdır. Nitekim, ‘Yalan söylemeyeceksin.’ ifadesinin dayandığı temeller ‘İnsan hayatı korunacaktır’ ve ‘Acı ve keder mümkün olduğu kadar azaltılacaktır’ diye ifade edilebilir.
Fakat bu tip etik aksiyomların kökenleri nedir? Keyfi midirler? Sadece otoriteye mi dayanırlar? İnsan deneyimlerinden mi kaynaklanırlar ve dolaylı bir şekilde bu deneyimlere mi bağlıdırlar?
Saf mantık açısından bütün aksiyomlar keyfidir, etik aksiyomları da dahil. Öte yandan, bu aksiyomlar, psikolojik ve genetik açıdan bakılacak olursa hiç de keyfi değillerdir. Bizim doğuştan gelen acıdan ve yok olmaktan kaçınma güdülerimizden ve karşımızdakinin davranışına olan duygusal tepki birikimimizden gelirler.
Bazı ilham almış bireylerin, İnsanların kendi kişisel duygusal tecrübelerinin büyük kitlesi içine gömülmüş olarak kabul edecekleri kadar kapsayıcı ve iyi temellendirilmiş etik aksiyomları öne sürmeleri ile ifade edilmiş [olan şey] insan’ın moral dehasının [ona verdiği] ayrıcalıktır. Etik aksiyomları, keşfediliş ve sınanış açısından bilimsel aksiyomlardan çok da farklı değillerdir. Hakikat, deneyimin sınavından geçebilendir.
Yazan: ALBERT EINSTEIN
No comments:
Post a Comment